|
|
Tarih sahnesinde varlığını uzun süre
devam ettirmiş milletler, bu devamlılıklarını kültürleri ve ortaya
koydukları eserlerle sağlamıştır.
Osmanlı, yaşadığı dönemde ulu bir devletti. Osmanlı, medeniyet
gergefini işlerken, bu ululuğunun mührü gibi duran bir kültür
manzûmesi oluşturmuş ve şaheserler bırakmıştır.
Günümüzde bu eserlerin bazıları hüzünle biten bir hikâyenin son
cümlesi gibi dururken, bazıları da o ihtişam yıllarının bütün
heybetini gelecek asırlara taşımaya devam etmekte, Osmanlı'nın yâd-ı
cemîli olarak durmaktadır.
Bunların en önemlilerinden biri de ulu devletin ilk başşehri olan ve
Uludağ'ın eteklerinde kurulan Bursa Ulu Camii'dir.
Ulu Camii’ndeki levhalarda en çok Allah c.c. isimleri, Ayetler,
Hadis-i Şerifler ve Kibar sözler vardır. Bunlar İman, Amel,
Cömertlik, Fedakarlık, Sabır, Şükür, İstişare, Adalet, İdare, Namaz,
Hac, Miraç gibi bir çok konulardan bahsetmektedir.
Ulu mabedin duvarları ve direklerindeki tablo ve yazılar, bir hüsn-ü
hat müzesini andırmaktadır. Şadırvanın mihraba dönük sağ yanında,
caminin 12 büyük ayağından birisindeki levhada, bir hadis-i şerif
var:
"Sabreden zafere erer." |
Şadırvanın etrafındaki direklerin üst
kısmına Âyete'l-Kürsi yazılmış. Üç kapılı Ulu Cami'nin doğu ve batı
kapılarının üstünde iki büyük levhada Büruc sûresi'nin son üç âyeti
birbirini tamamlar şekilde yazılmış:
"Allah ilmi ve kudretiyle onları, arkalarından kuşatır. Hayır,
hayır! Kur'ân onların iddia ettikleri gibi beşer sözü değildir. O,
Levh-i Mahfuz'da olan pek şerefli bir Kur'ân'dır." (Büruc, 20-22)
Batı kapısının yanından bu muhteşem caminin, yazılarını da okumaya
çalışarak gezmeye devam ediyoruz.
Girişin sağındaki levhada bir âyet:
"İşler hakkında onlara danış." (Al-i İmran, 159)
İstişarenin önemini anlatan bu âyetin emrine, Yüce Nebi (sas)'nin
Uhud'da, Hendek'te ve hayatının her anında uyduğunu düşünüyoruz.
Oymalı güzel bir çerçeve içinde sülüs yazı harfleri tahtadan oyulmuş
ve kadife zemin üzerine yerleştirilmiş bir yazıda; Efendimiz (sas)'in
dilde hafif, terazide ağır dediği sözü okuyoruz.
Onun üstünde duvar yazısı olarak 8 tane sin harfinin oluşturduğu bir
çiçek şekli içine Nâs Sûresi yazılmış.
Duvar ve direklerinde 87'si sabit, 105'i levha halinde toplam 192
yazı vardır. Arapça yazı biçiminin kûfi, sülüs, nesih, rika, tâ'lik,
reyhanî, dîvan ve bize has tuğra yazısıyla hat'ın on üç çeşidinin
uygulandığı bu camide, yazıların simetrik olması da ayrıca göze
çarpıyor.
Levhaların birinde Hz. İbrahim (as)'ın meleklerle konuşmasını
anlatan divan hattıyla yazılmış bir yazı: "Mülkün ve melekutun
sahibi olan Allah'ım, Sana sığındım ve Sana tutundum! Sen izzet ve
azamet sahibisin. Büyüksün ve ceberut âleminin de sahibisin. Sana
tevekkül ettim. Sen devamlı dirilik üzerinesin, uyumaz, uyuklamaz ve
ölmezsin. Seni tesbih, takdis ve tenzih ederim. Sen bizim
Rabb'imizsin, melekler ve ruhun da Rabb'isin. Sen bir olan Allah'sın
ve Senin ortağın yoktur." Onun altında yine 8 tane vav
harfinin uçları diğerlerinin başlarına yaklaştırılmak suretiyle, bir
daire vücuda getirilmiş ve her vav harfinin içine Şems Suresi'nin
ilk 6 âyeti yazılmış. Küçük bir levha içinde "Ya Hazreti
İmam-ı A'zam Numan bin Sabit" yazısı bize büyük mezhep İmamı
Ebû Hanife hazretlerini hatırlıyor.
Hattat Abdulfettah'ın (1814-1896) Besmele-i şerif yazısının yanında,
Kâbe'nin çok eski halini gösteren bir resme değişik yerlerden
bakıyor ve her seferinde kapısının bize dönük olduğunu hayretle
görüyoruz.
Kâbe resminin altında bir Allah lâfz-ı celalini ve onun altında da
halkın birçok menkıbeye dayandırarak mistik bir mânâ verdiği, hattâ
bazılarının önünde namaz kılmaya özen gösterdiği güzel bir vav
harfini görüyoruz.
Evliya Çelebi'nin, "Çiçek resimleriyle yazılarını cihan
ressamları toplansalar yapamazlar." dediği minberin, mihrap
tarafından güneş sisteminin işlendiği görünüyor. Bu minber, ceviz
ağacından hiç çivi kullanılmadan oymacılık ve kakmacılık sanatının
muhteşem bir örneği olarak karşımızda duruyor. Bu minber önünde
buradaki ilk hutbeyi okuyan Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamid-i
Veli'yi düşünüyor, hutbesinde yedi ayrı tarzda tefsir ettiği
Fatiha'nın bu geniş mânâlarının neler olduğunu merak ediyoruz.
Çiçekleri altın varaklarla yapılmış büyük mihrabın etrafında,
sülüsle yazılmış Ayete'l-Kürsi'yi; Kûfi yazıyla İhlas Sûresi'ni
ayrıca mihrab bloğunun dış kenarını çevreleyen aşağıdan yukarıya bir
ters U şeklinde on altı defa tekrar eden, "mülkün gerçek sahibinin
celâl ve ikram sahibi Allah olduğunu hatırlatan" yazıyla
karşılaşıyoruz. Bu mihrapta namaz kıldıran nice büyük zatı ve bu
arada Yıldırım Bayezid'in divan imamı iken sonradan Ulucamii'ne imam
olmuş ve vefat edinceye kadar da bu vazifeyi ifa etmiş Mevlid-i
Şerif yazarı Süleyman Çelebi'yi düşünüyor ve ruhaniyetlerinin burada
olduğunu hissediyoruz.
Mihrap maksuresinden çıkışta sade fakat çok zarif, sekiz direk
üzerine oturtulmuş, ceviz ağacından yapılmış, 1549 yılından beri
güzel ve sağlam bir eser olarak kalmış müezzin mahfelindeki
"Ya Hazreti Bilal-i Habeşi" yazısı ilk müezzin Hz. Bilal (ra)'in
unutulmadığını gösteriyor. Müezzin mahfelinden yükselen ve
kubbelerde yankılanan sedalar, müezzinlik yaptığı dönemde o güzel
sesiyle halkı cezbeden Üftade Hazretlerini düşünmemize vesile
oluyor.
Mevlâna Hazretlerini hatırlatan simetrik bir çift 'Allah Hû'
yazılarının üstünde ve ortasındaki yazıların şekilleri Mevlâna (ks)'yı
hatırlatıyor. Bu yazının hattatı imzasını atmamış ama yazıyı yazdığı
75 cm'lik bir kalemini levhanın sağ yanına asmış:
"Hünkâr mahfelinde acaba hangi Osmanlı padişahları namaz kıldı diye
düşündükten sonra, mahfelin yanında en güzel levhalardan biri olan,
altın harflerle, Osmanlı'nın son dönem padişahlarından II. Mahmud
tarafından yazılmış;" yazıyı görüyoruz: "Allah, insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder."
Doğu kapısına vardığımızda daha camide anlatılacak o kadar yazı var
ki, hangisine değinelim diye düşünüyoruz.
Bu kapının sol yanındaki levhada, yine bir âyet var: "Namaz,
muhakkak insanı kötülüklerden alıkoyar ve namaz en büyük zikirdir.
Allah ne yaptığınızı bilir." (Ankebut, 45) Yine bir
levhadaki "Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle
mutmain olur." (Ra'd, 28) âyeti, huzur ve mutluluğun
kaynağının bu olduğunu kalbimize hissettiriyor. Hattat M. Şefik'in
(1819-1880) duvara yazdığı yazısından; hikmetin, ilmin başının Allah
korkusu olduğunu hatırlıyor, bu düsturu akıldan çıkarmamak gerekir,
diyoruz.
Caminin içindeki bütün yazılar rast gele seçilmemiş, bilâkis
hayatımızı düzenleyici mesajlarla dolu. Bu boyutuyla, ulu mabede
ibadet için gelenler huzur bulmanın yanında, hayatlarına mânâ
kazandıracak âyet ve sözleri okuyarak da bilgi kazanmış oluyorlar.
Kuzey cephesine geçtiğimizde müezzinler odasının üstünde enteresan
bir şekli; yazının cami, minare, minber, kubbe resmine nasıl
dönüştüğünü yazıyla da uygun olarak "Maşaallah",
"Barekallah" ifadeleriyle seyrediyoruz. Onun altında
Peygamberimiz (sas)'den: "Vakit geçirmeden namaz için acele
edin ve ölüm gelmeden tevbe için acele edin." nasihatını
alıyoruz.
Küçük bir levhanın dönüşümlü yazısında ortadan baktığımızda,
Allah ve Muhammed; sağdan baktığımızda Ebubekir, Ömer;
soldan ise, Osman ve Ali yazılarını okuyoruz.
Hanımlar bölümünün yanındaki bir levhada: Hattat İzzet'in
(1801-1876) kelime-i şehadeti okuyoruz: "Allah'tan başka ilâh
yoktur ve Hz. Muhammed (sas) O'nun rasûlüdür.'
Hanımlara ait bölümün köşesindeki direkte Kainatın Efendisi (sas)'nin
bir müjdesini okuyor, hattatlarımızın neden hep güzel besmeleler
yazdıklarının mânâsını anlıyoruz: 'Kim
Bismillahirrahmanirrahim'i güzel yazarsa cennete girer.'
Nur suresinin 35. âyetinde yer alan "Nur üstüne Nur. Allah
dilediği kimseyi nuruna götürür." ifadesini okuyunca,
"Allah'ım bizi de nurlandır!" diyoruz.
Son olarak Bursa'nın manevi büyüklerinden Mehmed Muhyiddin Üftade
Hazretlerinin Ulucami için yazdığı bir beyti okuyor ve herkesi bu
ulu mabede davet ediyoruz:
"Ey büyük cami veya ey büyüklerin toplandığı yer. Seni gece ve
gündüz ziyaret edenlere müjdeler olsun."
|